Toprak, su kaynakları ve çevre konularını Trakya özelinde konuştuğumuz Prof. Halim Orta, Haber282’ye özel açıklamalarda bulundu.
TRAKYA’NIN YÜKÜ AĞIR
Prof. Orta şunları söyledi; “Hepimizin çok iyi bildiği gibi sınırları Misak-ı Milli ile çizilmiş Türkiye Cumhuriyeti devletine baktığımızda %3’ü Trakya’da, %97si Anadolu’da kalan topraklardan oluşuyor vatanımız. Ne var ki bu %3 coğrafyanın üzerinde son sayımlara göre nerdeyse Türkiye’nin %20-25’lere varan kısmının yaşadığını görüyoruz. Sanayi anlamında baktığımızda ise devletin resmi verilerine göre, Türkiye sanayinin yaklaşık olarak %60-65’i Marmara Denizi etrafında konuşlanmış durumda. Bunların atıklarının tamamı da Marmara Denizine deşarj oluyor. O nedenledir ki artık geçen yıl müsilaj ki bu gözle görülen boyutu idi. Ondan öncesinde de gözle görülmeyen birçok kirlilik ve tehdit var. 80’li yıllardan itibaren Marmara Denizinin asıl canlılarının kaybolduğu sadece göçer canlılara ev sahipliği yaptığını görüyoruz.
Tekirdağ’a döndüğümüzde korkunç bir rakam ile karşılaşıyoruz. Gün itibariyle hali hazırda buradaki sanayi işletmeleri sayısının 3.000’i geçtiğini görüyoruz. Bu rakam hakikaten korkunç. Bir kere bunun taşıdığı nüfus var. Bunların oluşturduğu bir kirlilik var. Hem sanayinin hem de gelen nüfusun yüklediği bir zorluk var Trakya’da”.
ERGENE NEHRİ KOLLEKTÖR, MARMARA DENİZİ FOSEPTİK ÇUKURU
Ayrıca Prof. Halim Orta konunun önemini değişik benzetmelerle vurguladı. “Sanayinin kirliliği ve kullanımı açısından baktığınızda, sanayi ağırlıklı olarak özellikle Meriç-Ergene havzasında yer alan su kaynaklarını kullanıyor. Beslenmenin üzerinde kullandığı için şu anda bizim Meriç-Ergene havzasındaki akiferimiz 600 metre derinliğinde. Bir akifer yaklaşık olarak 50 metreden su vermeye başlar. Bizim bölgeye geldiğimiz, çalışmaya başladığımız 25-30 yıl evvel buradaki yeraltı su seviyelerimiz 70-80 metreler civarında idi. Bugün 400-450 metrelere indik. Bu suyu kullandığınızın bir başka göstergesi var. Ergene nehri Ağustos ayında normal koşullarda debisi 2 m3/sn.ye akar. Ne zamana kadar? Sanayiye kadar. Şu andaki ortalama debisi 8-10 m3/sn.ye 14-16 hatta 18’lere kadar çıktığı oluyor. Bu şu demek; yeraltından çekilen su proseslerde kullanılıyor. Maalesef tekniğine uygun arıtılmadan doğal yatağına yani Ergene nehrine deşarj ediliyor. Bunun ötesinde de (bunu 2016’da National Geographic dergisine verdiğim röportajda da söylemiştim. Çok ses getirmişti.) bu bize Ergenenin bir nehirden ziyade bir kollektör olmasını, Marmara Denizinin de denizden ziyade bir fosseptik çukuru olmasına neden oluyor” dedi.
“Bir başka sıkıntı da bildiğiniz gibi derin deşarjımız var. Derin deşarjın özü Çerkezköy, Çorlu, Muratlı’daki sanayi yerleşkelerinde oluşan sanayi atık suyunun ki bu atık suyunun arıtılması çok zordur. Evsel atık sulara benzemez. Bunları biz İpsala’nın kuzeyinde Meriç ile Ergene birleşir. Ondan sonra Ege Denizine dökülür. Oralarda yarattığı uluslararası sorunlardan dolayı derin deşarj projesi hazırlanarak tüm bölgemizdeki organize sanayi bölgelerinin yaptıkları atık su arıtma tesislerinden toplanan su Çorlu, Tekirdağ yolu sapağının yaklaşık olarak birkaç yüz metre İstanbul tarafında Marmara Denizinin 4,5 km. açığına eksi 47-50 koduna deşarjı söz konusu. Bu çok riskli bir hadise. Maalesef bu sanayi suyu olduğu için çok arıttığımızı filan söyleyemiyoruz. Çünkü arıtılmış sular normal koşullarda doğal yataklarına deşarj edilirler. Denize deşarj edilmezler. Doğal yatağına deşarj edilerek tekrar kullanılır. Ekosistem tarafından, tarımsal amaçlı, rekreaktif amaçlı, itfaiyecilik hizmetlerinde en kötüsü kullanılabilen sulardır.
Şimdi sanayi böyle bir işlem yapamıyor çünkü bu kalitede bir atık su arıtması gerçekleştiremiyor. Bu deşarjın Marmara’ya yapılması ile beraber Marmara Denizi anlamında bizi nasıl bir son bekliyor ki bence hükümet de bunun farkında. Tekrar değişik önlemler arıyor. Şu an arıtmaları çok destekliyor. Bireysel üretme tesislerine düzgün arıtma sayesinde destekler yapacağını açıklıyor”.
“Ama özetin özeti, bu yük artık bölgeye çok ağır geliyor. Yani bir taşıma kapasitesi var bölgenin. Taşıma kapasitesi, toprak özellikleri, jeolojik özellikleri, su kaynağının özellikleri, hava hareketleri, hava sirkülasyonları. Burada ne kadar insan yaşayabilir? Ne tür yerleşimler olabilir? Bunların çok iyi tartılması lazım. Buraların artık bir taşımadan filan bahsetmek de çok zor. Burada artık bir fren yapmak lazım! Bu bölgenin sanayiye kapalı hale gelmesi lazım! Mevcut sanayi tesislerinin sorunu çözüldükten sonra çok seçici biçimde hangi sanayi dalları, kirletim derecelerine göre veya oluşturdukları katma değerlere göre, istihdam edecekleri insan sayısına göre değerlendirilerek yeni yapılanmaların böyle oluşturulması lazım”.
TRAKYADA TERSİNE GÖÇ OLABİLİR
Prof. Orta konuşmasında özellikle kuraklık konusuna da değindi. “Ben bu noktada kuralığı çok önemsiyorum. Ciddi kurak bir sezon geçiriyoruz. Şu anda gördüğünüz bu felaketler, seller, feyezanlar kuraklığın akabinde meydana gelen doğal hadiselerdir. Hal böyle giderse Trakya kuraklık bağlamında baktığımızda çok uzun sürmeyen bir süreçte ters göçü gündeme getirebilecek bir hale gelebilir. Çünkü su kaynaklarını çok ciddi tükettik. Yerüstü su kaynakları yatırımlarını yapmadık. Bu vesileyle Türkiye’nin genelinde baktığımızda kişi başına an itibariyle 1300 m3 su düşerken Trakya’da bu 250 m3lerde. Türkiye ortalamamız 1300 Trakya 250.
Ayrıca çok su tüketen sektörleri barındırıyoruz. Deri ve tekstil boyahaneleri korkunç düzeyde su tüketiyorlar. Hatta tüketmekle kalmıyor bir de kirletiyor. Diyelim 10 birim su kullanıyor ama 100 birim suyu kirletiyor. Çünkü deşarjı var ya. O deşarjından kaynaklı olarak böyle bir kirletimi var. Özellikle şu anda Çerkezköy, Kapaklı, Çorlu, Lüleburgaz hattı hakikaten yaşam için çok riskli. Bu bölgede tüm canlıların yaşamı tehlike altında. Bunun günlük politikalarla, güncel kararlarla değil de detaylı çalışmalarla, kalıcı, akılcı tedbirlerle çözülmesi lazım.
Trakya’da bu yükün altından kalkamayız. Koruyamıyoruz da. Ne yerel yönetim ne de hükümet bu bölgede toprağı ve suyu koruyamıyor. Böyle bir şey olamaz. Devletin koruyamayacağı bir şey olamaz. Kontrolsüzlük çok fazla. Bir şekilde yolunu bulan insanlar yapıyorlar. Hep söylüyorum. İzin isterseniz her şey yasak kaçak yaparsanız her şey serbest. Yapanın yanına kar kalıyor. Mevzuat birçok yerde yeterli ama uygulama yetersiz. Uygulamada hedeflediğimiz, öngördüğümüz sonucu yakalayamıyoruz” dedi.
SANAYİDE YENİ YAPILAŞMALAR DURDURULABİLİR
Prof. Halim Orta çözüm önerilerini de bizimle paylaşarak şunları anlattı; “Bence sanayide yeni yapılaşmalar durdurulabilir. Yeni sanayi tesislerine kapalı alan ilan edeceksiniz. Dolayısıyla bizim mevcut tesislerin çözümü için bir sürece ihtiyacımız var. Biz önce bir envanterimizi çıkartalım. Durumlarımızı tespit edelim. Sonra çözüm önerilerimizi geliştirelim. Bunları uygulamaya koyalım. Onları çözersek. Tekrar yeni sanayi alır mıyız, alırsak hangi sektörleri alırız. Buna bakabiliriz. Mesela su kullanmayan sektörlere, bacasız sektörlere. Gelin diyebilirsiniz. Çok büyük bir curcuna içindeyiz” dedi.
FRENE BASMAK GEREKİYOR
“Yeni sanayi oluşumlarını durdurduğumuzda kirliliğin temizlenmesi konusuna gelince. Dünyanın değişik yerlerinde yapılan hadiseler şunu gösteriyor ki doğanın kendini yenileme ve rehabilite gücü var. Mesela hiçbir şey yapmasak, çomak sokmayı durdursak bile belirli süreç içinde tekrar sistem kendi kendini yeniliyor. Bertaraf ediyor. Bir yerlere kümelendiriyor. Onu oraya taşıyor. Kendi bünyesinde üzerinde ve etrafında yaşayan canlıları mümkün olduğunca az rahatsız edecek şekilde onları örtüyor. Baskılıyor.
Yeraltı su kaynaklarına bakıyorsunuz. Çok ciddi kirlenme var. Çünkü kirli suyun deşarjından var. Kirli su deşarjı durunca belirli zaman içinde çözünürlükteki değerleri çok azalıyor. Böylece yeraltı su seviyesi ve miktar volumetrik olarak arttıyor. Birim hacimdeki çözülmüş istenmeyen madde miktarı dolayısı ile otomatikman düşüyor zaten. Bunları nereden anlıyoruz? Ekonomik krizin yaşandığı dönemde su kaynakları kalitesine, denize bakıyorsunuz anında değişiyor. Tamamen yükleme azaldığı için hemen kendini gösteriyor. Atık su yönetimi de değişiyor tabii. Bu durumda biraz frene basmak tüketimlerimizi lüksümüzü sınırlandırmak gerekiyor”.
TOPRAĞINI KAYBEDEN HÜRRİYETİNİ VE ZÜRRİYETİNİ KAYBEDER
Prof Orta, sözlerinin sonunda “Trakya kirliliği, toprak ve su kaynakları, tarım arazileri çok büyük riskte. Üretim çok hızlıca düşüyor. Çünkü arazi el değiştiriyor. Arazinin el değiştirmesiyle beraber mesela bir bakıyorsunuz 100 dönümlük alana kurulmuş bir fabrika o harita üzerinde küçücük kırmızı nokta olarak gözüküyor. Ama o 100 dönümlük alanın etkilediği alan 10.000 dönüm. O kadar kötü, rüzgarla, su kaynaklarıyla toprağı öyle kirletiyor ki havayı bile öyle kirletiyor ki onun etrafında 50-100 km uzunluğundaki dairede yaşayan herkes etkileniyor. Toprak, su, canlılar, insan etkileniyor.
Bu bir süreç belki ama kötü gidiyoruz. Para ve zenginlikle alakalı bir durum. Ama bence geri getirilemeyecek en önemli şey toprak ve su. Parayı kaybedersiniz geri kazanırsınız ama toprağı ve suyu kaybettikten sonra geri kazanmak çok zor. Toprağını kaybeden hürriyetini ve zürriyetini de kaybeder. Toprağını ve suyunu koruyamayan hürriyetini de zürriyetini de koruyamaz. Hem hür yaşamak için hem de sağlıklı nesiller için sağlıklı toprak ve sağlıklı suya ihtiyacımız var” dedi.
Haber / Handan Var
Yorum Yazın